Pazartesi, Nisan 27

Vahşi Doğa Pastası, Biricik Oğlum 3 Yaşında...


Zaman ne çabuk geçiyor, daha dün gibi ikinci yaşını kutladığımız. Gün gelecek bir de bakmışım koca adam olmuş. Düşünmek bile istemiyorum aslında tüm bunları, şimdi rahatça her istediğimde sıkıştırıp öpebiliyorken az bir zaman sonra "anne yapmaaa..!" nidaları yükselecek çünkü :)

Bugün post'a pek bir şey yazasım yok, çok yorgun hissediyorum, bunda grip oluyor olmamın da etkisi olabilir. Bir de şeker hamurlu pasta yapmak başlı başına çok yorucu geliyor artık, arşive şöyle bir baktım da tam bir yıldır şeker hamurlu pasta yapmamışım. Bu seneki pasta benim için yorucu oldu, model için elimde bulunan Görgülü pastanesi kataloğundan yararlanarak, bir pastanın aynını yaptım. Muhtemelen onlar da ünlü bir pastacıdan esinlemiş olmalılar.

Pastamızın içinde muz, antep fıstığı ve damla çikolata ile bitter çikolatalı ganaj vardı.Pandispanya tarifi Ruki'den uyarlama, ölçüleri 25 cm'lik kalıp için 1,5 katı olarak yaptım.

Malzemeler:
6 yumurta-Beyaz ve sarıları dikkatlice ayrılacak
225 gr. toz şeker
2 paket şekerli vanilin
1 su bardağı un
1 su bardağı mısır nişastası
3 çorba kaşığı kakao
1 paket kabartma tozu

Fırınımızı 175 dereceye ısıtalım. Yumurtanın beyazlarını bir çimdik tuz ile kar gibi beyaz olana dek 2-3 dakika kadar çırpalım. İçine toz şekerin yarısını ekleyelim, şekerler eriyene dek 5-6 dakika daha çırpalım. Yumurta sarılarını ayrı bir kapta, kalan toz şeker ile şekerler eriyip, karışım kremamsı bir kıvam alana dek çırpalım. Sarıları beyazlara ekleyelim ve mikserin en düşük hızında ancak birbirlerine karışana dek karıştıralım. Un, kakao, nişasta, vanilya ve kabartma tozunu bir kuru kaba birlikte eleyelim. Elediğimiz karışımı yumurtalara azar azar ekleyerek yavaşça çırpalım. Tüm malzeme bitene dek bu işlemi yapalım. Yağlanmış kalıbımıza karışımı boşaltıp üzerini spatula ile düzleyelim. Isınmış fırınımızda 30-40 dakika kadar pişirelim. (İlk 20 dakika fırın kapağı açılmamalıdır) Kekinizin üzeri iyice kızarınca bir kürdan yardımı ile pişip pişmediğini kontrol edebilirsiniz. Kürdanı batırıp çıkarınca temiz çıkıyorsa pişmiştir. Pişmiş kekimizi fırınımızdan alıp kalıbın kenarlarından bıçak geçelim. Kalıptan dikkatlice çıkarıp ızgara telinin üzerine ters çevirip iyice soğumaya bırakalım. Soğuyan kekinizi streç filme sarıp buzdolabında 2-3 gün bekletebilirsiniz, ben öyle yaptım.

Krema için malzemeler:

600 gr. krema

450 gr. bitter kuvertür (çikolata)

Çikolatalarımızı önce küçük parçalara ayıralım sonra parti parti rondoda kıyalım. Bir tencereye kremamızı koyup içine çikolataları ekleyelim. Ocağın altını yakıp kısık ateşe oturtalım. Sık sık karıştırarak çikolataların erimesini sağlayalım. Çikolatalar tamamen eriyince ateşten alıp bir başka kaba koyalım. Önce oda ısısına gelmesini bekleyelim sonra ağzını kapatıp buzdolabına kaldıralım. Pastayı yapacağımız zaman çıkarıp mikserle katılaşana dek çırpalım. Çok fazla çırpmamaya dikkat edelim zira yağından ayrılabilir.

Pandispanyamızı üç kata ayıralım, bir kenarına olmak üzere her bir kata resimdeki gibi kürdan saplayalım ki krema sürdükten sonra keki aynı yerlere denk getirerek kapatabilelim. Her katı sütle ıslatıp krema sürelim, istediğimiz malzeme ile içine ek yapalım. Ben ilk kata muz ve antep fıstığı, ikinci kata muz ve damla çikolata koydum. Kekimizin en üstünü de kalan krema ile sıvayıp kapatalım. Bu şekilde bir gece dolapta bekleyen pastanın hem tadı oturacak hem de kaplama için krema sert bir hale gelecektir.

Pastayı kaplamak ve süslemek için 1,5 kiloya yakın marshmellow'lu şeker hamuru hazırladım. Figürler için az az miktarda hamurları renklendirdim. Su efekti için 1 yumurta akı ve 1 su bardağına yakın pudra şekerini beraber çırpıp royal icing hazırladım. Az miktar mavi gıda boyası ile renklendirdim. Çimen görüntüsü için pastanın üst kısmına fırça ile ince bir şekilde bal sürüp antep fıstıklarını serperek yapıştırdım. Aşağıda pastanın yapım aşamalarının detaylı resimlerini bulabilirsiniz.










Pazar, Nisan 19

Tiramisu-Pişirilmeden...


2 dilim ekmek, kibrit kutusu kadar beyaz peynir, bol domates... Hayatımın en güzel menüsü olacağı aklıma bile gelmezdi bu fakir tabağın. Ne güzel şeymiş yemek yemek :) Tahmin ettiğiniz üzere diyete girdim, her yıl yaza doğru yaptığım gibi. Benim gibi her pisboğaz insanın mahkum olduğu kilo belası, yaz yaklaştıkça gittikçe kabusum olur. Kendimi rüyalarımda "Akrep Nalan" gibi görmeye başladım mı boğazımı tutma vaktim de gelmiş demektir. Bu sefer de yine her seferinde yaptığım gibi aynı yanlışa başvurdum ve hızlı kilo verdiren diyetlerden birisini seçtim geçtiğimiz hafta başında. Marketten lahana çorbası yapmak için malzemelerimi doldurdum, bir heves pişirdim. Fakat işler yine yolunda gitmeyip daha ilk günden bir kilo alınca ertesi gün kendi kendime bahane yaratmalarım da başladı diyeti bırakmak için.

Bir kere insan inanılmaz mutsuz oluyor. İlk gün sadece çorba ve meyve yemeniz gerekiyor mesela. Ya canım ağzıma bir adet zeytin atmak isterse? O zaman o kadar üzülüyorum ki anlatamam size. Bu sefer delirmiş gibi diyeti kesip ne bulursam yiyorum, o zaman da kilolar daha önüne geçilmez hal alıyor. Geçtiğimiz sene aynı yanlışı yaptıktan sonra, başka bir beslenme şekline yönelip, besinleri glisemik indekslerine göre ayırıp yenmesini tavsiye eden Montignac diyetini yapmıştım. Sonuçta toplam beş kilo vermiştim ama bir yıl içinde üç kilosunu geri aldım. Şimdi en başta yazdığım gibi beslenmeye karar verdim. Sofradan yarı tok kalk prensibi ve bol hareketle hedefliyorum kilo vermeyi. Böylece canımın çektiği yiyecekleri de tadarak kendimi mutsuzluktan korumayı planlıyorum. Bu politika ile şimdiden beş günde bir kilo verdim bile.

Bir blogger olmak böyle şeylere yol açıyor işte. Sürekli denemeler yapmak, denemelerin sonuç verdiği kadar vermediği zamanlarda da "aman ziyan olmasın" mantığı ile ne varsa yemek, yemek, yemek... Bu aralar evimizde tahmin ederseniz hiç tatlı, hamur işi vs. pişmiyor, sadece truffle yaptım eşim seviyor diye. Ondan da numunelik sadece bir adet yiyorum günde ;)

Bu tiramisu tarifi ise arşivden. Bir kaç hafta önce ağırladığım misafirlerim için yapmış ve çok memnun kalmıştım. Bu tiramisu pişirilmeden hazırlanıyor. Tadı da gerçekten çok güzel. Normalde gerçek Tiramisu tariflerinde çiğ yumurta sarısı kullanılıyor ama tarifin orjinalinde yoktu. Tercih sebebim bu yüzden. Bir de orjinal tariflerde rastladığım bir çeşit likör olan Kahlua'yı, bu tarifte kullanılan kahve likörü ile değiştirdim ve gerçekten nefis bir aroma aldım. Tarif, "Dünyanın En Güzel Tatlıları" kitabından.


Yapılışına gelince:

Malzemeler
1 su bardağı labne peyniri-ben maskarpone kullandım
3/4 su bardağı pudra şekeri
1+1/4 su bardağı krema
3 çorba kaşığı kahlua-yoksa kullanmayabilirsiniz ya da herhangi bir kahve likörünü kullanabilirsiniz
Yeteri kadar kedi dili bisküvisi (20 adet kadar yeterli, kalıba göre değişebilir)
Yarım su bardağı kaynar su
2 çorba kaşığı neskafe
2 silme çorba kaşığı toz şeker
1 çay bardağı kadar kakao

Kaynar suyun içine kahveyi ve toz şekeri ekleyelim ve eriyene dek karıştıralım. Eridiklerine emin olunca, 2 çorba kaşığı kahlua ekleyelim ve bardağın tamamına erişecek şekilde soğuk su ile tamamlayalım. Tercihen uzunca-dikdörtgen bir kalıbın içini, kenarları dışarı taşacak şekilde streç film ile kaplayalım. Kahveyi genişçe bir kaseye dökelim.

Bir başka kabın içinde labne ve pudra şekerini çırpalım. İçine hazırlamış olduğumuz kahveden 2 çorba kaşığı kadarını ekleyip tekrar çırpalım. Ayrı bir kapta kremamızı katılaşana dek çırpalım. İçine 1 çorba kaşığı kahlua ya da kahve likörü ekleyelim. Labne peynirli karışıma kremalı karışımı ekleyip iyice karışmalarını sağlayalım.



Kalıbımızın altına kremamızın yarısını dökelim ve spatula yardımı ile düzeltelim. Kedi dillerini kahveli karışıma batırıp içinde en fazla bir saniye kadar bekletip kalıbımıza boşluk kalmayacak şekilde dizelim. Kalan boşluk olursa kedi dillerini uzunlamasına ya da enden ikiye bölerek doldurabilirsiniz. İlk katı oluşturduktan sonra kalan kremayı kedi dillerinin üzerine döşeyip düzleyelim. Tekrar kahveye batırılmış kedi dilinden oluşan bir kat yapalım. Son olarak streç filmi kenarlardan alıp kedi dillerinin üzerine kapayalım. Buzdolabında 2 gün bekletelim. Ertesi gün streç filmi açıp, kabı ters çevirelim ve üzerinden dikkatlice sıyıralım. Bir çay süzgecine doldurduğumuz kakaoyu serperek tiramisumuzun üzerini tamamen kaplayalım.





Afiyet Olsun!

Cuma, Nisan 10

Hayalet Bezeler... Blog Ödülleri...


Bloguma ara verip de döndükten sonra en çok hiç almamış olduğum ödülleri kıskanmıştım. Kıskanmak belki acımasız bir kelime gibi gelir size ama, unutulmuş olduğumu düşünmüş, unutulmayanlara da aşırı gıpta etmiştim. Hatta blog blog dolaşmış, acaba görmediğim bir tanesini yakalar mıyım diye adımı aramıştım hep. Şimdi son iki posttur ben de ödüller alıyorum sevgili blog dostlarımdan ve çocuklar gibi şenim. Belki sizlere çok basit birşeymiş gibi gelebilir ama benim için birilerinin zihninde yer alıyor olmak, hayati kaynaklarımdan birisi. Sizlerden aldığım yorumları, mailleri, sorulan soruları sindire sindire okuyor ve cevaplıyorum. Sanal görünse de bana göre sanal olmayan bu iletişimi çok seviyorum.

Bu ödülleşme zincirinde beni de hatırlayıp zahmet vererek haber verdikleri için,
Sevgili Mutfaktaki Zaman'a, Sergül'e, Esra'ya, Seray'a, Efsun'a, Hadiye Hanım'a ve Filiz Hanım'a çok ama çok teşekkür ediyorum. Biraz oyunbozanlık yapıp isim ayırmadan, ben de ödüllerimi harika blog dostlarımın hepsine göndermek istiyorum.

Bu arada geçen yıl hiç farkına varmadığım, bu sene ise sevgili İpek Aral Kişioğlu'nun değerli yorumu sayesinde haberdar olduğum bir etkinliğe katıldım: Blog ödülleri 2009. Umarım bolca dostluğun kazanıldığı bir yarışma olur. Şimdiden heyecan sardı, kazanıp kazanmamaktan çok oylama sırasındaki heyecan şimdiden karnımı ağrıtıyor :)

Bu bezelerin konuyla alakası yok, konuyu bağlamaya çalışmayacağım. Bu fikir oğlumun doğum günü için aklıma geldiğinden beri denediğim 3 tepsi beze ve 1 kase mereng hamuru daha pişmeden çöpe gittiler. İnternetten bulduğum farklı tariflerden birini denediğimde şeker erimeyince bezeler çok pütürlü oldu, birinde hamur katılaşmadı, birinde pişerken çok yayıldı. Ayrıca birinde hayaletlerin gözleri yerlerinden fırlayıp zombi gibi görünerek ödümü patlattılar. En sonunda azmettim, çocukluğumda annem nasıl yaptıysa, onu denemeye karar verdim, zafer benim oldu. Keşke baştan maceraya girmeseymişim.

Malzemeler:
3 yumurta akı
1 su bardağı toz şeker

Gözler için damla çikolata
Sıkma poşeti
90 dereceye ısıtılmış fırın.

Yapılışı:
Yumurta aklarını dikkatlice sarılardan ayıralım, toplu iğne ucu kadar bile karışmamalı. Akları kar haline gelene kadar 7-8 dakika çırpalım. Yumurta akları katılaşıp bembeyaz olunca, bir yandan çırpmaya devam ederken, bir yandan da içine toz şekeri her seferinde 2 çorba kaşığı kadar olacak şekilde ekleyelim. Azar azar eklediğimiz toz şeker eriyinceye çırpıp biraz daha toz şeker ekleyelim. Tüm toz şeker bitene kadar çırpmaya devam edelim. Toz şeker eriyip, hamur çırpmakta zorlanırcasına katılaşınca çırpmayı durdurup, hamuru bir sıkma poşetine dolduralım. Ucunu ya 1 cm çap olacak şekilde keselim ya da en iri yuvarlak ucu takalım.



Yağlı kağıt serdiğimiz tepsiye önce küçük bir daire sıkalım, sonra bir kat daha daire çizmeye devam edelim ve ortaya gelip yukarı doğru az daha sıkıp sıkmayı bırakalım. Sıkma poşetini yukarı doğru hafifçe çekelim ki sivri kısımlar oluşsun. Tüm bezeleri yaptıktan sonra damla çikolatalar ile gözleri yapalım. Damla çikolataları içe doğru bastıralım ki pişerken düşmesinler.



Önceden ısıttığımız 90 derecedeki fırında yaklaşık bir saat kadar beyaz kalacak şekilde pişirelim. Pişerken kontrol edelim, kızarmasınlar.

Afiyet Olsun!


Pazar, Nisan 5

Zeytinyağlı Enginar Kalbi, Hamur Kızartması...


İnat etti, yaz gelmiyor bir türlü derken bugün başladık sinyalleri almaya. Yanlış okumadınız, burada bahar yok. Kıştan direkt yaza geçiliyor. Geçen yıl bu sıralardaki postları okursanız anlarsınız ne demek istediğimi. Hava raporlarına göre bugünden itibaren jet hızıyla yükselecekmiş dereceler. Malesef o güzelim püfür püfür bahar esintileri, rüzgarın taşıdığı tomurcuk kokuları burada yok. Varsa da o inanılmaz sıcak ve nemli hava bastırıyor olsa gerek; ben hissedemiyorum.

Türkiye'deyken bahar aylarının keyfi bir başka olurdu. Özellikle pazar tezgahlarına ufak ufak gelmeye başlayan yaz sebze ve meyvelerini görmeye ve satın almaya bayılırdım. Burada hiç pazara gitmedim, aslında kuruluyor da. Herhangi bir alışveriş merkezindeyken bile karşımıza geçip patlamış mısır yiyerek şovumuzu(!) izleyen Çinliler'in, pazara gittiğimde ne yapacaklarını kestiremiyorum. :) O nedenle cesaretim yok. Sadece karşı caddede bir ara sokakta, kendi yetiştirdikleri sebzeleri satan yaşlı Çinliler'le ufak bir ahbaplık kurdum. Onlardan sık sık mis kokulu çilekler, taptaze ıspanak ve marullar alıyorum. Hatta aldığım çileklerden neredeyse bir yıllık reçelimi bile yaptım. Tüm bunların yanında bir de alıştığım sebzeleri bulsam harika olurdu. Mesela burada enginar bulamıyorum, gerçi yardımcımın dediğine göre bu sıralar çıkması lazımmış ama geçen yıl o kadar aramama rağmen bulamamıştım. Bir de kereviz yok burada, sadece sapları var, kerevizin kökünü hayvanlara yedirdiklerine dair söylentiler duymuştum :) Bundan başka yer elması yok, acısı olmayan ince kabuk dolmalık biber yok, acısız olanlar da kafam kadar büyüklükte. Bir akşam yemeğine bir tek dolma pişirip üçe bölüyorum :) Bunlar haricinde çarliston biber yok bir de aklımda kalan.

Meyve derseniz işte burası bir cennet. Her türlü tropik meyveyi bedava gibi fiyatlara alabilirsi niz. Yalnız çok garip bir damak tadım olmalı ki, bunlardan ne mangoyu ne de avokadoyu sevebildim. Bildiğim tropik meyveler haricinde daha adını bile bilmediğim onlarcası var. Pek çoğunun tadına baktım ama favorim olacak kadar birini bulamadım. Bu yüzden burada en çok tükettiğimiz meyve ananas. Türkiye'deyken pahalılığından dolayı sadece ağzımın suyunu akıtmakla yetindiğim ananas şimdi neredeyse her gün soframızda. Burada ananası ilk gördüğümde ayıklama şekilleri çok hoşuma gitmişti. Türkiye'de Migros'ta gördüğüm ayıklama şekliyle oldukça ziyankarlık yapılıyor, verdiğiniz paranın ancak yarı karşılığını alabiliyordunuz. Neden mi? Türkiye'de ananası bir makineye oturtup, bir kolu çekiyorlardı ve ananasın ortasındaki 2-3 cm.lik yuvarlak kısım ve dış kabuğunun altındaki en ez 2 cm.lik kısım kayıpla sonuçlanıyordu. Geriye küçücük ananas simitleri kalıyordu. Burada ise bu kadar ucuzluğa rağmen, asla israf yapılmıyor. Önce dış kabuğunu alıyorlar sonra da düğme gibi kısımları kabak oyacağı gibi bir aletle çıkarıyorlar. Böylece ortaya hiç israf edilmemiş yandaki gibi şık şekilli ananaslar çıkıyor.

Yine de insan bulduğu değil illa bulamadığı şeylere takıyor kafasını. Hala çıkıp çıkmayacağı meçhul enginarı beklerken, Metro markette konserve enginar kalplerini buldum bir gün tesadüfen. Gerçekten nefis tatları var. İnternette konserve enginar kalbinin nasıl pişirileceğine dair özel bir tarif bulamadığımdan tecrübelerime dayanarak bu tarifi ortaya çıkardım. Bahar ayları yaklaşırken elinizdeki şansı değerlendirip sofralarınıza bu karaciğer dostu sebzeyi konuk etmeyi ihmal etmeyin derim.

Malzemeler:
Konserve ya da taze enginar kalbi-12 adet kullandım
Yarım su bardağı bezelye
1 iri havuç-yarım ay şeklinde dilimlenmiş
1 büyük kuru soğan-jülyen doğranmış
2 tatlı kaşığı toz şeker
1/2 limon suyu
Yeteri kadar su
Tuz
1/4 su bardağı zeytinyağı
Süslemek için dereotu

Yayvan bir tencerede zeytinyağımızı kızdıralım. Soğanları hafif pembeleşene dek kavuralım, içine havuç ve bezelyeleri ekleyelim. Sebzeleri bir parmak geçecek kadar suyu da ilave edip tenceremizin kapağını kapayalım. Kısık ateşte havuç ve bezelyeler pişene dek pişirelim. Havuçlar yumuşayınca enginar kalplerini, limon suyunu, tuz ve şekeri ekleyelim. Suyunu kontrol edelim., gerekirse ekleyelim. Kısık ateşte kapağı kapalı olarak yarım saat pişmeye bırakalım. İyice soğuttuktan sonra arzuya bağlı olarak dereotları ile süsleyip servis edelim.


Bu yazıya eklemek istediğim bir diğer tarif ise hamur kızartması. Bugüne dek pek çok hamur kızartması yaptım ama bunun gibi lezzetli ve bir gram dahi yağ çekmemiş olanını pişirmemiştim. Dün sabahki kahvaltımızı ziyafete dönüştüren bu tarif için Hanife'ye çok teşekkürlerimi sunuyorum. Tarife buradan ulaşabilirsiniz. Hamurları kalıpla kesme fikri hiç aklıma gelmemişti, sunumları o kadar güzel oldu ki, ekmek yemeyen oğlum "kalpli ekmek" diye diye dört taneyi bitiriverdi. Bu fikir için de ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.