Cuma, Mayıs 2

Bebeğim büyümüş de 2 yaşında kocaman bir delikanlı olmuş...



Size sıcak bir ağustos gününden yazıyorum şimdi. Sanki zamanda ileriye doğru az bir süre yolculuk yaptım da, aradaki ayları atlayıverip geldim ağustosa konuverdim. Çin'in kendi içinde meşhur "Wuhan" sıcağıyla tanıştık istemeden de olsa. İncecik giyinmek işe yaramıyor, derimi söküp atasım var sıcaktan, ama ne yaptım ettim, kıpırdamak istemeyen kendimi şöyle bir dürtüp, oğlumun pastasını yapmaya koyuldum yine de. Temamın buzlar diyarı kutuplar olması bile yetmedi serinlememe. Pastayı güç bela bitirdim klimalar eşliğinde ama, gördüğünüz fotoyu 10 saniye içinde çekmek zorunda kaldım. Dolaba koyarken üzerinde su zerrecikleri oluşmuştu bile. Acaba ne günah işledim de bu cehennem gibi yere düştüm ben? Peki daha da önemlisi, asıl ağustos ayında ne yapacağım ben?

Buranın insanı alışmış anladığım kadarıyla. Şimdi anlıyorum market vs. reyonlarında, neden kışın değil de, baharda şemsiye çeşitlerinin yer almaya başladığını. Son iki haftadır sokaklar şemsiyeli kadınlarla dolmaya başladı. Bunun birinci sebebini biliyorum, Çinli kadınlar bronzlaşmaktan en az fare görmekten korkar gibi korkuyorlar. Çinliler'e göre beyazlık, asaletin ve zenginliğin simgesi. Öyle ya, tarlada çalışan köylülerin hem çalışıp hem şemsiye tutmak gibi bir lüksleri yok, onlar otomatikman kararıyorlar. Böylece tarlada çalışanla, çalışmaya ihtiyacı olmayanın farkı belli oluyor hemen. Geçmişlerinden gelen bu korku, bu daha az kentleşmiş şehirde de aynen devam ediyor. Bana da bu kokoş şemsiyeli hanımları gülümseyerek(sırıtarak) izlemek kalıyor. Bazen de gözlüğümü çıkarıp, yüzümü güneşe dönüyorum içime çekmek istercesine, biliyorum dehşete kapılıyorlar benim adıma :) Bir de doğuştan koyuca renkte doğmuşlar için tüm bilindik bilinmedik, pahalı-pahasız kozmetik markaları "beyazlatıcılı" kremler, losyonlar, el kremleri hatta maskeler üretmişler. Yazın buraya kömür karası döndüğümde ne olacak çok merak ediyorum, hatta şimdiden hayal edip kıkır kıkır gülüyorum kendi kendime :)

Laf yine alakasız yerlere gitti, konuya döneyim; bu pastayı yapmak için kayınvalidemin gelişini bekledim biliyorsunuz. Kendisi sağsalim "çekik gözlüler diyarı"na ulaştı. Şimdi evim bir değil on kişi gelmişçesine doldu. Oğlum ise aylardır -çoğunlukla- süre gelen yalnızlığına veda etti. İçim rahat, planladığım kutlamayı da bugün yaptık hep beraber. Menümüzde sadece pasta vardı, biraz da abur cubur. Benim için önemli olan geriye baktığımda oğlumun ikinci yaşını kutladığımızı belgelemekti. Yapamasaydım çok üzülürdüm. Umarım seneye daha kalabalık, çeşidi bol bir menüyle karşınızda olurum. Haa bu arada erik meselesi ne oldu acaba diyorsanız, lütfen yazının sonundaki resme bir gözatın ;)

Bu pastanın pandispanya tarifini Ruki'den aldım ama ölçülere sadık kalamadım. Tadı inanılmaz güzeldi fakat bana kalırsa biraz daha brownie kıvamında bir kek oldu. Hatta bu kek çeşitli şekillerde traşlanıp, krema koymadan bile kullanabilir. Ben yine de yoğun çikolata tadını azaltmak için krem şanti hazırlayıp ara katları ve sıvamasını da bununla yaptım. Fakat kekin dokusu çok sık ve ağır olduğu için bir katı paramparça oldu. Parçalanan katı bir yap-boz gibi birleştirip orta kat olarak kullandım. Neticede keserken veya yerken sorun olmadı ama düzeltene kadar ömrümden ömür gitti :)

Yine de bu keki tek başına bile tadına doyamadan yiyebilirsiniz, pasta yapmanız şart değil, bu benim hayatımda yediğim en nefis çikolatalı kekti.

Malzemeler:

Yarım su bardağı kakao
2 su bardağı un
Bir çimdik tuz
150 gr. bitter çikolata
150 gr. tereyağı
4 yumurta
1,5 su bardağı toz şeker
1 portakal kabuğu rendesi
1 su bardağı süt-İçine bir yemek kaşığı limon suyu koyup 10 dk. bekletin
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 paket şekerli vanilin

Tereyağı ve bitter çikolataları birlikte benmari usulü eritelim, bir kenarda soğumaya alalım. Kakao, un ve kabarma tozunu birlikte bir kaba birlikte eleyelim. Bir başka kapta yumurta, şeker ve portakal kabuğu rendesini şeker eriyene kadar en az 7-8 dakika çırpalım. İçine yağlı-çikolatalı karışımı ekleyelim ve tekrar çırpalım. Limonlu sütü de karşıma ekleyip çırptıktan sonra unlu karışımı azar azar ekleyip sadece karışacak kadar çırpalım. 23 cm'lik kalıbımıza dökelim ve 175 dereceye önceden ısıtılmış fırınımızda yaklaşık 45 dk pişirelim.
Ara katları için 2 paket krem şantiyi 1,5 su bardağı sütle çırpalım. Kekimizi iyice soğuduktan sorna 3 kata ayırıp, krema ile dolduralım.

Pastamın Pingu ve en yakın dostu olan fok balığı karakterlerini oluşturabilmek için Lorraine'in yaptığı Pingu'lu bir pastadan ve Çin youtube'u olan youku'daki bir pingu filminden yararlandım. Sonuç olarak oğlum ekranda görüp bayıldığı Pingu'yu sonunda ele geçirmenin hazzını yaşadı.



Aşağıda pastamın diğer yapım aşamalarını inceleyebilirsiniz.










Pazartesi, Nisan 28

Fındık Kaplı Bisküviler...



Yeni bir tarif yayınlama arasını bu kadar açtığımda kafamı toparlamam daha da zor oluyor. Bir de elimde yeni denenmiş bir tarif yoksa iyice üzerime üşengeçlik basıyor. Aslında bu cici bisküvilerin yerinde de oğlumun ikinci yaşgünü pastası olmalıydı ama içimden onu bile yapmak gelmedi. Yok yok sanmayın ki depresyondayım; sadece burada kutlayacak kimse olmadığı için elim bir türlü gitmedi. Bir de babaannemizin gelecek olması nedeniyle, oğlumun pastasını biraz ertelemek istedim o kadar. Ama çok yakında "pingu"lu bir pasta burada yer alacak inşallah. Bilmeyenleriniz için söyleyeyim, "pingu" bir çamur animasyon kahramanı. Kendisi adından da anlaşıldığı gibi bir penguen ve en büyük özelliği oğlumun ilk anlamlı söylediği kelimelerden olması. Lafı uzatmayayım, bir aksilik çıkmazsa haftasonu oğlumun pastasını yapıp sizlerle de paylaşacağım.

Onun haricinde biraz son günlerde neler olup bitiyor biraz bahsedeyim. Mesela bu hafta başı tutan "erik" krizimden. Çok yakın bir arkadaşımın "burada(Türkiye'de) erik çıktı"demesiyle bir anda elektrik şoku verilmiş gibi oldum. Kendi kendime diyordum, burada bahar'ın bir eksikliği var diye, çocukluğumun bahar habercisi eriği görmemişim de ondanmış. Meğer kendimi buranın baharına yabancı hissetmemin ana sebebiymiş kendileri. Msn iletime "Carrefour'a erik almaya gidiyorum" iletisini düşüp, meselesi açıldıktan belki en fazla 10 dakika sonra kapıdan erik almaya gitmek üzere çıkmıştım bile.

Burada ha deyince bir yerden bir yere gitmek çok kolay aslında, bolca taksi var ve inanılmaz da ucuzlar. Azıcık da gideceğiniz yerin adını söylemeyi kıvırdıysanız tamam. Fakat gözü açıklara karşı uyanık olmalısınız. Pek çok kez başıma gelen "sırayı hiçe sayma" durumunu yine yaşadım. Yani kasada veya taksi sırasında olsun farketmez, siz el edip durdurmuş bile olsanız birisi hoop diye önünüze geçebilir. Kasada eliniz kolunuz alışveriş sepetinin ağırlığından perişan, Çince kavga kelimeleri bilmediğiniz için içiniz sinirden şişmiş bir şekilde kalakalabilirsiniz. Neyse ki bu sefer son aldığım dil derslerinin de yardımıyla önüme atlayıp taksiye oturuveren bayanı kibarca dışarı alıp, erik yoluna düşüverdim.

Genelde buradaki bakışlara alıştım diyebilirim ama bazıları gerçekten çekilmez oluyor. Bazı insanlar -ki bunlar çoğunlukla erkek- yürürken önüme geçip bana dönüp neredeyse burnuma kadar sokulup öyle bir inceliyorlar ki, dehşete kapılıyorum. Burada laf atma, taciz vs. asla olmuyor ama o merakları ve boş boş bakışları yok mu deli oluyorum. Bazen "ne var", "neden bakıyorsun" diyorum Çince, bu sefer de dörtnala uzaklaşıyorlar. O gün de bu bakışlardan pek de hoş olmayan bir haylisini aldım. Neyse sıkı bir Carrefour-erik araştırmasından eli boş döndükten sonra, Türkiye'de yaşayan Çince hocamdan aldığım iletiyi görünce neler olup bittiğini iyice kavradım. Carrefour'u protesto ettiklerini, oraya gitmememi rica ettiğini söyleyen bir iletiydi bu. Meğer o günkü bakışların ve hala süregelen dik dik bakışların sebebi buymuş. Çin-Fransa arası yaşanan bir takım gerginliklerin ve Çinliler'in her gördükleri yabancı uyruklu sakallıyı Fransız dedeleri sanmaları sonucu, kendini hafif de olsa hissettiren rahatsızlıktan şu günlerde nasibimizi alıyoruz. Yine de erik bulamamak kadar acı verici değil :)

Lafı çok uzatmışım, tarifim gölgede kalsın istemem, hemen bu leziz ve yapımı pratik Çin bisküvilerine geçiyorum.

Malzemeler:
190 gr. tereyağı ya da margarin
145 gr. pudra şekeri-1,5 su bardağından 1 parmak eksik
Bir tutam tuz
2 yumurta
75gr. süt-1 küçük çay bardağı
2 su bardağı un
50 gr. -5 çorba kaşığı süt tozu
1 su bardağı iri dövülmüş fındık

Oda ısısında yumuşamış yağı pudra şekeri ile çırpalım. Karışım krema gibi olunca yumurtaları ekleyip tekrar iyice çırpalım. Sütü ekleyip karışıma yedirelim. Son olarak un, tuz ve süttozunu ekleyip 2-3 dakika çırpalım. Hazırladığımız karışımı sıkma poşetine doldurup ucunu irice keselim ya da uçlarımızdan ağzı en geniş olanı takalım.




Yağlanmış veya yağlı kağıt serilmiş fırın tepsimize bol aralıklar bırakarak(bisküvilerimiz yayılarak incelecekler) birbirine eşit büyüklükte (2'şer tatlı kaşığı kadar) sıkalım. Bu malzemelerle 2 tepsi kadar bisküvimiz olacak.



Tepsi dolunca üzerine 1 bardak fındığın tamamını serpelim ve tepsiyi sallayarak kenarlara düşen fındıkların da bisküvilere yapışmalarını sağlayalım. Fındıkların hepsi bisküvilere yapışmayacak, bunun için tezgahımıza temiz bir mutfak bezi serelim ve tepsiyi dik bir konuma getirip fındıkların beze dökülmesini sağlayalım. Kalan fındıkları tekrar bisküvilerimizin üzerine serpelim. Bu şekilde tüm bisküviler fındığa bulanana kadar aynı işlemi yapalım. Merak etmeyin bisküvileriniz tepsiden ayrılmayacaklar. Kalan fındıkları ikinci tepsi için ayırıp ilk tepsimizi 160 dereceye önceden ısıtılmış fırına verelim. Yaklaşık 25 dakika bisküviler hafif kızarana dek pişirelim. Dışarıda iyice soğuması için bekletelim.




Afiyet Olsun!

Pazartesi, Nisan 21

Sandviç Ekmeği...



Biliyorum çok erken daha ama ben geri sayımı başlattım. Yani Türkiye'ye tatil için döneceğimiz günü. Önce haftaya kayınvalidem gelecek ve 1 ayını bizimle geçirecek. Buraya geldiğimden beri evdeki yarı hapis hayatım da bol dışarı çıkma eylemiyle son bulacak. Her ne kadar yardımcım iyi bir insan olsa da, oğluma aile büyükleri kadar iyi bakacağından emin olamadım hiç bir zaman. O döndükten sonra da geriye sadece 1 ay kadar bir süre kalacak. O da sevdiklerim için alışveriş, kendi hazırlıklarım derken çabucak geçecek. Şimdiden tatlı telaşlı günlerin heyecanına kapıldım bile. Bir de bu sabah pussuz net bir şekilde doğan güneşi de gördüm ya, değmeyin keyfime.

Buraya geldiğimizden beri pek doğru dürüst gezemedik. Eşim için pek sorun yok, kendisi buraya taşınmadan önce senelerce gelip gittiği için Çin Seddi'ne kadar görmüştü. Benimse sadece kısaca Pekin'i tanıma şansım oldu, sedde gidemediğimi zaten biliyorsunuz. Ama ben hep o Çin'le ilgili filmlerde gördüğüm sislerin arasındaki dağları, göllerin üzerindeki o kıvrım kıvrım şekilli kayıklardaki çan şapkalı adamları görmeyi hayal etmiştim. Halbuki burası tamamen gelişmiş bir şehir görünümünde. İnsan nedense izlediği filmlerden çok etkileniyor :) Ama yine de bir kaç hafta sonra bu hayalim gerçekleşecek sanırım. O nefis dağ, nehir ve göl manzaralarıyla, gerçek Çin'i keşif turlarına başlıyoruz. Şimdiden ikisini planladık bile. Bu yolculuklara biraz da macera yaşama hevesiyle arabayla gitmeye karar verdik. Ben de yolculuğumuza eşlik edecek yiyeceklerin denemelerine başladım. Bunlardan biri sandviç ekmeği. Tarif yine Çin pastacılığının fakat Çinliler ekmeklerinde çok fazla şeker kullanıyorlar. Benim hoşuma gitmediği için tarifteki neredeyse 1 su bardağı toz şekeri oldukça azalttım. Ortaya gerçekten aynı market ya da pastanelerde satılan sandviç-tost ekmeklerinden çıktı. Yaptığım gün dondurucuya attığım ekmekleri şimdi arada çıkarıp tost yapmakta kullanıyorum. Ama ilk günkü tazelikleriyle kendimize nefis sandviçler hazırlayıp ziyafet çekmeyi de unutmadık.

Malzemeler (12 adet için)

1.grup:
350 gr. un (3,5 su bardağı-1 su bardağından 1 parmak az un 100 gr. ediyor)
1 yumurta
2 çay kaşığı kuru maya(kaşığın bir daldırışta aldığı kadar)
140 gr. ılık su (3/4 su bardağı)

2.grup
150 gr. un (1,5 su bardağı)
2 çay kaşığı kuru maya
3 çorba kaşığı toz şeker
2 tatlı kaşığı tuz
16 gr/1 çorba kaşığı dolusu süttozu (yoksa 1 çorba kaşığı kadar un koyarak açığı kapatabilirsiniz)
50 gr. yumuşak tereyağı
90 gr ılık su (yarım su bardağı)

Grup 1'deki un ve mayayı kurudan karıştıralım. İçine ılık suyu ve yumurtayı ekleyelim. Hamur yapıp ılık bir yerde 1-1,5 saat mayalandıralım.

Grup 2'deki ılık suya, aynı gruptaki maya ve toz şekeri ekleyip erimesini sağlayalım. Grup 1'deki mayalanmış hamura dökelim.



Unu, varsa süttozunu ekleyelim ve tüm malzemeyi tekrar iyice yoğuralım. En son tereyağını ve tuzu ekleyip hamurumuza yoğurarak yedirelim. Üzerini temiz bezle kapatıp 20 dakika mayalanmaya bırakalım.



Fırın tepsimizi çok az yağlayalım, mayalanmış hamurumuzdan mandalina kadar parçalar koparalım. (70'er gr. lık) Yuvarlayıp tepsimize aralıklı dizelim. 10 dakika bekletelim. Daha sonra her bir parçayı biraz yoğurup bir merdane yardımı ile birazcık büyütelim. Hamurları yaklaşık 10-12 cm eninde olacak şekilde dikdörtgenimsi açalım. Üst ucundan olmak üzere kıvırmaya başlayalım. Her kıvırışta, rulo kısmı azıcık parmaklarımızla hamura doğru bastıralım ki açılmasın. Hazırladığımız ruloları tepsimize aralıklı dizelim. Fırınımızı en düşük derecesine ayarlayalım (50 derece) Kapağını açıp, açık duran kapağın üzerine tepsimizi koyalım. Tepsiye sığmayan ekmekleri başka bir tepsiye dizelim, onlar tezgah üstü vs. gibi bir yerde dursun. İlk ekmeklerimiz pişene kadar onların da mayası gelmiş olacak. Fırın kapağındaki hamurlar yaklaşık 2 misli olana dek bekleyelim.(30-45 dakika arası) Fırın kapağımızdan tepsimizi alıp fırınımızı 185 dereceye ayarlayalım. Fırın ısınana dek, ekmeklerimizin üzerinin her tarafını yumurta sarısına bulayalım. Isınmış fırınımızda 15 dakika pişirelim. (Üzeri kızarmış olacak, benimkiler tam 15 dakikada piştiler.)






Afiyet Olsun!

Salı, Nisan 15

Canım Suna'm İyi ki Doğdun, İyi ki Varsın...



Bir zamanlar, bir yerde küçük bir kız yaşarmış. Bu küçük kızın bütün arkadaşlarının kardeşleri varmış ama bir tek bu küçük kızın yokmuş. Annesiyle babasına hep hesap sorarmış kardeşim niye yok, kardeş isterim diye. (Burayı annesi uydurmuşmuş) Derken bir gün annesi eve çirkin, kel kafa bir bebekle gelmiş. Demiş ki, işte çok istediğin kardeşi aldım sana. Küçük kız çok sevinmiş. Ama zavallı bebek hiiç bilememiş nasıl bir ablaya düştüğünü. Sonra büyümüşler, beraber oynayacakları yaşlara gelmişler. Ama küçük kardeş büyüdüğüne pişman olmuş. Abla denen yaramaz, kardeşine türlü yorucu oyunlar oynatırmış. Mesela koltukların altına kağıtlar serpiştirip kardeşine “haydi temizlik yapacağız, ama eğer etrafa gizlediğim kağıtları temizlenmemiş bulursam okurum canına!” dermiş. Zavallı kardeş de gıkı çıkmadan harıl harıl temizlik yaparmış. Bazen de ablası onu garson gibi kullanırmış evin içinde. “Şunu getir, suyum nerde!” diye. Sonra iki kardeşten büyüğü okumak için evden ayrılınca küçük kardeş derin bir oh çekmiş. Ama sonra ikisi de birbirlerini çok özlemeye başlamışlar. Küçük kardeş ablasının türlü ajanlığını yapmış, ona hep destek olmuş. Sonra iki kardeş yine doğru dürüst kavuşamadan abla çalışmak için başka bir şehre daha gitmiş. İşte o zaman dostlukları ve kardeşlikleri iyice perçinlenmiş. Hatta küçük kardeş iyice olgunlaşmış, ablasına ablalık bile yapar olmuş.

O küçük kardeş şimdi büyüdü, sevdiği adamla evlendi ve hala ailesine ve ablasına destek olarak yaşamını sürdürüyor. Bugün O’nun doğumgünü, benim biricik kardeşimin. Allahım iyi ki onu vermiş, iyi ki yaşamımın bir parçası. Canım kardeşim, iyi ki doğdun, sevdiklerinle beraber upuzun mutluluk ve huzur dolu bir yaşam senin olsun. Şimdilik doğumgünü pastana sadece uzaktan bakabiliyorsun ama inşallah yaza bu pastanın aynından yapıp kutlayacağız tekrar.


Kızkardeşim ve benim en büyük ortak tutkularımızdan biridir bu sevimli pisicikler. Çocukluğumuzdan bu yana her bulduğumuz kedi yavrusunu usanmadan eve taşıdık, bunlardan 3’ü seneler boyunca sırayla bize dostluk etti. Şimdi ikimizin de kedisi yok. O nedenle kızkardeşime bebeği olana kadar idare etmesi için bu pasta aracılıyla bu minik kediciği hediye edeyim dedim. Tam da sevdiğimiz gibi koca koca patileri olan, “şapada” kulaklı, şaşı bir tüy yumağı.

İnternette (şu yünün içinde kaybolmuş kedili pasta haricinde) doğru dürüst kedi figürü bulamadığım için bunu kendim tasarlamaya çalıştım. O nedenle anatomik hataları varsa ya da bıyıkları falan yanlış yerleştirilmişse görmeyiverin. Ayrıca lütfen iddia etmeyin, bu bir kaplan değildir, kedidir. Hiç çizgisiz kaplan gördünüz mü hem? :)))

Pastasını her ne kadar tadamayacak olsa da, sözüm söz aynını yapacağım dönüşte, içi kakaolu pandispanya ve bitter çikolatalı ganajdan oluşuyor. (Sunacığım sen okuma buraları :D) İç malzemesi olarak da sadece damla çikolata kullandım. Her bir diliminde çikolataya doymak için ;)


Pastamı en küçük kalıpla (18 cm) yaptım. Pandispanya hamurunu hazırladıktan sonra yüksekçe bir pasta olması için ikiye böldüm ve iki ayrı çemberde pişirdim. (Aynı boydan iki çemberim olmadığı için birini kare kalıpla pişirip aynı boyda yuvarlak kestim)


Hamuru için “kornet pasta”nın pandispanyasını kullandım, sadece 15 gr un miktarı azaltıp 15 gr. kakao ekledim. İçi için 200 gr. kremayı ısıtıp 200 gr. bitter damla çikolata koyup erittim, iyice soğutup mikserle koyulaşana dek çırptım. Pastamın ara katlarını sütle ıslatıp, ganajla doldurup kapattım. Beyaz şeker hamuru ile kapladım ve önceden hazırladığım süslerle süsledim. En üstte çimen görüntüsü vermek için ise çekilmiş Antep fıstığı kullandım.


Aşağıda pastamın yapım aşamalarına bir göz atabilirsiniz.











Sunacığım bu fotoğraf da ikinci doğumgünü hediyen, kedinin kuyruğunu İlke'nin elinden zor kurtardım vallahi!