Lushan gezimizin oldukça yorucu olan ilk bölümünden sonra yorgun argın otelimize geri döndük. Akşam yemeğimizi yedikten sonra, olan yorgunluğumuzu atmak üzere odalarımıza çekilmiştik ki, dışarıdan gelen gürültülerle bu pek mümkün olmadı. Nedir bu gürültü diye kafamızı pencereden uzatınca, otelin kaplıca havuzlarının pek çok Çinli ile dolup taştığını farkettik. Aslında çok şaşırdık, çünkü kaplıcalara gündüz giriliyor sanıyorduk. Vardır bunda bir hikmet deyip, oğlumuzu apar topar babaannesinin odasına yollayıp, soluğu aşağıda aldık.
Daha önce dediğim gibi Lushan, bir kaplıca bölgesi. Dağların hemen eteklerinden başlayan pek çok otel veya halka açık yüzme havuzları var. Çevre kentlerden buraya günü-birlik ya da kalmalı olarak pek çok insan geliyor. Bu nedenden dolayı da adım başı mayo satan dükkanlar bulunuyor. Yeri gelmişken Çin mayo modasından bahsedeyim. Buraya ilk geldiğimde her şeyin pek ucuz olmasından yola çıkarak yaz aylarını ve görücüye çıkacak 2008 yaz yüzme kıyafetleri modasını iple çekmiştim. Fakat Nisan ayıyla beraber standlarda yer almaya başlayan her bir mayo çeşidiyle tüm hayallerim uçup gitti. Nedense Çinli kadınların zavallı güneşle bir sorunları var. Bronzlaşmaktan adeta ölesiye nefret ediyorlar. Bu nedenle de mayoları ve bikinileri oldukça kapalı. Ama nasıl kapalı, sanki gecelik gibi uzun etekli mayolar ya da atlet-şort gibi bikiniler, bazıları da sanki güreşçi kıyafeti gibi dize kadar uzun. Sanmayın ki utangaçlıklarından mayo modaları böyle.
Geldiğimden beri özellikle de yaz geldiğinden beri, içlerindeki çamaşırların dikişlerine kadar görünecek incelikte kıyafetler giyenleri yüzlerce kez gördüm. Bazı giydikleri şortlar, iç çamaşırlarını utandırır kısalıkta. Çinliler'in sorunu tamamen yaramaz güneşle. Peki bu kapalı mayoları giydikten sonra içleri rahat mı sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Her bir mayocunun yanında yöresinde, yarı çapı en az otuz santimlik pasta çemberi gibi kocaman şapkalar satan şapkacılar var. Eğer güneş kremi istiyorsanız en az 30 faktörlüsünü bulursanız, öpüp başınıza koymalısınız. Şimdi bitti mi? Hayır. Bir de üstüne üstlük havuzlara akşam olmadan girmiyorlar. Tabii en emin yol, güneş battıktan sonra girmek. Hal böyle olunca da bize de riayet etmesi kaldı. Fakat kaplıcaya girmem bir dert, çıkmam ayrı dert oldu.
Otelin uygulamasına göre, havuzları kullanmak için ayrı bir binaya gidilip oradaki soyunma odalarına gidilmeli. Orada size havlu vs. veriyorlar, siz de mayonuzu giyiyorsunuz. Giderken hazırlıklı olduğum için sadece eşyalarımı, verilen dolaba koydum o kadar. Çinli dostlarımızın meraklı bakışları altındaki kaynar su sefamızı geç saatlerde(23:00), havuzun kapanmasıyla birlikte tamamladıktan sonra bu giyinme odalarına geri döndük. Döndük de, ben bir türlü ne yapacağımı bilemedim. Neden mi? Mayolar ıslak, üst değişmek lazım. Fakat duş alınan kısım hariç hiç bir soyunma kabininde kapı yok? Bir sağa gidiyorum bir sola gidiyorum, duşların hepsi de dolu mu? İçerisi de epey kalabalık. Peki dedim kendi kendime, bu kadıncağızlar nasıl giyiniyorlar? Dememle yanımdakinin mayosunu atıvermesi bir oldu. Bir de arkamı döndüm ki, herkes olanca rahatlığıyla giyiniyor. Hemen bakışlarımı aşağı eğip, pılımı pırtımı ıslak üzerime geçirip çıkıverdim oradan. Yok yok, ben alışamam. Benim mahretiyetim olmalı.
Bu konuda pek çok gözlemim oldu, yani Çinli kadınların rahatlığı ile ilgili. Ama bu kadar rahatlığa rağmen en ufak taciz vs. yok bu ülkede. Herkes birbirini sadece insan olarak görüyor, kadın-erkek olarak değil. Bu konudaki gözlem ve yorumum çok uzun, belki başka bir zaman paylaşırım.
Yazım çok uzadı yine, sizleri sıkmak istemem ama ertesi gün olanları da anlatmadan geçemeyeceğim. Ertesi gün Lushan Milli Parkı'na gitmek üzere sabah erkenden yola koyulduk. istikametimizin yine yüzlerce metre yukarıda bir dağın başında olacağını biliyordum ama, yolun hayatımda görüp göreceğim en kötü yol olacağını bilmiyordum. 1 metre bile düz devam etmeyen, sadece ardı arkasına yüzlerce virajdan, her bir virajın ardından burun buruna arabalarla karşılaşıldığı korkunç bir yoldu. Doğal güzelliğine denilecek söz yoktu ama malesef sadece dua edip mide bulantımı bastırmaya çalıştım, resim çekemedim. Yolun sonunda her halde Çinli kadınları kıskançlıktan çatlatacak kadar kireç beyazıydım. Bir süre yüzümüze su çarpıp dinlendikten sonra milli parka girmek üzere biletlerimizi aldık. Bir süre de Çinli görevlilerin oğlumuzla resim çektirmelerini bekleyip, içeri girdik.
Şimdi düşünün. En az 40 dakika, neredeyse 90 derece eğimli yollardan geldik, ama yüzyıllar önce insanlar buraya tırmanmış, dağ gölünün etrafında bir yaşam, bir kent kurmuş, tapınaklar inşa etmiş ve mağaralarda keşişleri inzivalara çekilmiş. Biz tüm gün sadece yarısına yakın bir bölgesini, onu da arabayla gezdik. Hala hayranlığım sürüyor. Size lafı uzatmadan görüntüler vermek istiyorum.
Parkın çeşitli yerlerine yayılmış çeşitli mekanlar vardı. Bunlardan bazılarına gidemedik çünkü tam anlamıyla korktuk.
Bazı uçurumların kenarlarında resim çektirenler vardı, hala nasıl düşmediklerine şaşıyorum; parkın görevlileri de önlem olarak, sadece kayanın üzerine sarı bir boya ile sınır çizmişlerdi o kadar. Kimi basamakların kenarlarında öylesi uçurumlar vardı ki, devam edersek birimizden birini kaybederiz korkusuyla, daha emin olabilecek yerleri keşfetmek üzere geri döndük.
Ziyaret edebildiğimiz bazı yerlerden fotoğraflar var aşağıda. Bunlardan "ölümsüzün mağarası" olan inanılmaz güzel ve gizemli bir yer. Yolun kenarından aşağı doğru yüzlerce basamak indikten sonra gizli kalmış bir güzellik çıkıyor insanın karşısına.
Geçmişte nasıl olup da uçurumun bir kenarındaki bir mağarada inzivaya çekilmişler, ve sonradan orayı tapınak haline getirmişler inanılır gibi değil. Bu resimde üç kişi görüyorsunuz, ellerindeki tütsüleri yakıp bir alttaki tütsülüğe yerleştirecekler sonradan.
Bunu her türlü dilek ve istekleri için yapıyorlar. Bir önceki yazımda biz de tütsü dikmiştik hatırlarsanız; eğer bu denli kocamanını alıp da yaksaymışız, ömür boyu bir daha yakmamıza gerek olmayacakmış. Şimdi her gidişimde tek tek al, dik. Olacak şey değil :)
Bu resimler de mağaranın yanındaki tapınaktan. İnsanlar diz çöküp dua ediyorlardı putlarına.
Şimdi asıl meseleye geliyorum. Bugüne kadar ingilizce menüsü olmayan neredeyse hiç bir Çin lokantasında yemek yememiştik. Taa ki gezimizin sonuna doğru zil zurna acıkana kadar. Orada bulunan herhangi bir yerde yemek yemekten başka şansımız yoktu. Şoförümüze orada yemek yenilebilecek en iyi yere bizi götürmesini söyledik. Fakat kapıdan girerken bile ne kadar yanlış yaptığımız belli olmuştu.
Gittiğimiz restoran iki kattan oluşan, masaların kimileri buruşuk bir naylon kaplı, kimileri pis bezlerle silindiği belli, bolca buğulu camlı, mutfağının girişi hayli kirli bir mekandı. Ama başka seçme şansımız da yoktu, çünkü en iyisi orasıydıysa diğerleri nasıldı kimbilir. Neyse, önce üst katı denedik. Baktık çoluk çombak kalabalık, bir de üstüne üstlük sigara dumanına boğulmuş. Mecbur daha az temiz görünen alt kata geçtik, pis bir masaya, hemen kalkacakmış gibi ucundan ilişiverdik. Bir kadın önümüze birer bardak koyup, bir çaydanlık da su bıraktı. Ardından menüyü getirdi. İşin kötü yanı, menü tamamen Çin'ce yazı karakterlerinden oluşuyordu, işin kötüsü bu yazıları çevirmek lazımdı, daha da kötüsü şoförümüz tek kelime ingilizce bilmiyordu. Bu durumda iş başıma düştü.
Öncelikle şoförümüze bir sebze seçmesini söyledim, bir pilav ve içinde domuz eti bulunmayan herhangi birşeyler de. Kendi dilimin elverdiğince de neleri yiyebileceğimizi anlattım. Yalnız işin kayınvalidem için kötü yanı, lokantada çatal olmamasıydı. Biz çubukla yemeyi ustalık haline getirdik bunca zamandır ama kendisi malesef bu işte çok yeni olduğundan, elinden geldiğince kaşıkla yemekle zorundaydı.
Daha sonra masaya şu aşağıda gördüğünüz has be has Çin yemekleri geldi birer birer. Bunlardan biri koca bir çanak dolusu yağsız-tuzsuz pirinç pilavı(ki ekmek niyetine yeniyor), biri hiç bilmediğim bazı otlarla pişirilmiş yağlı bir yumurta, biri sadece una bulanıp kızartılmış balık kemiğiyle servis edilmiş sebzeli bir yemek, biri tavuklu-sebzeli bir yemek ama tavuk anatomisinin öylesi parçaları var mıydı ben hatırlamıyorum; biri de sadece yarı kavrulmuş bilinen bilinmeyen sebzelerden oluşmuş bir yemekti. Eşimin yemeklerle arasında sorun yoktur, kendisi tıka basa doydu ama zavallı kayınvalidem ve benim için aynını söyleyemeyeceğim. İki gün mide ağrısı çektim desem anlarsınız. Kayınvalideme gelince, zaten neredeyse hiç yemediği için ona bir şey olmadı.
Gezimizi orada kesmek zorunda kaldık, çünkü devamına sadece teleferiklerle gidilebiliyordu. Bir kez daha aynı korkuları yaşayamayacağım için, ve halihazırda midem zaten bulanıyor olduğu için şansımızı zorlamamaya karar verdik. Ve geri dönmek üzere yola çıktık. Her ne olursa olsun, ben hayatımda bu kadar yeşilin tonunu bir arada görmedim. Onun için her şeye değerdi...
Not: Teleferikleri fark edebildiniz mi? ;)